Hiçlik Okyanusu-Sıfır Enerji Alanı:
1.1--Yaşamın altında yatan
sonsuz deniz Boşluktur. Her şey boşluktan meydana gelir ve boşluğa geri dönen
Bu boşluğun içinde sizi ve ülgerlerini, tüm insanların düşüncelerini veya
edimlerini birbirinden ayıran sınırlar yoktur.
Boşluk aynı bir hologram gibidir.Ufacık
bir parçasında bile bütünün bilgisini barındırır. Var etme gücüne sahip sonsuz
potansiyellik ve saf bilinçliliktir.
Belki de bütün düzenin sırrı
budur. Birbirinin tıpatıp aynı elektronların nasıl dizileceklerini ve neyin
atomunu meydana getireceklerini bilmelerinin sırrı budur.
Evrenin Büyük Patlama'dan bu
yana bu kadar ince ayarlı gitmesinin sırrı budur. Boşluk saf bilinçlilik
olduğuna göre her şey bilinçten meydana gelir.
1.2--Manyetik görüntüleme
teknolojisinde devrim yaratan Walter Schempp, kuantum holografisi adını verdiği
teorisinde, nesneler hakkındaki her türden bilginin boşluk dalgalanmaları
vasıtasıyla taşındığını, ve bu bilginin üç boyutlu görüntülere
dönüştürülebileceğini öngörmektedir.
Schempp'e göre boşlukta yer
alan Sıfır Noktası Alanı, engin bir hafıza deposudur. Şekilleri dalgaların
diline çevirmeye yarayan Fourier dönüşümleri sayesinde MRI aletleri, sıfır
noktası alanındaki kayıtlı bilgiyi alıp görüntülere çevirmektedirler.
1.3-- Sıfır noktası enerjisi
biçimsizdir. Bunu bir okyanusa benzetebiliriz. Okyanus sonsuz sayıda su
damlalarının bir araya gelmesinden oluşan biçimsiz bir bütünlüktür, içinden bir
damla suyu aldığınızda bu bütünlüğün tüm özelliklerini içinde barındıran
biçimli bir parçaya sahip olursunuz.
1.4--Boşluk Fiziği: Boşluğun
günümüzdeki yorumlanışı, parçacıkların her an ortaya çıkıp kaybolmalarıyla ve
kapsadığı alanların dalgalanmalarıyla dolu muazzam enerjiye sahip bir ortam
olduğu şeklindedir.
Atom altı parçacıkların adeta
çamurun içinde ilerleyen solucanlar gibi boşluğun içinde hareket etmeleri
sonucu kütle kazandıklarını öne sürülmektedir. Yerel olmama, maddeyi meydana
getiren parçacıkların içinden doğdukları boşluktan ayrı olmamaları ve bu
ortamın her an her yerde mevcut olduğunu kabul eden modern tanımlarımızın, Lord
Rayleigh'in tarifini verdiği esirle paralellikler taşıdığı açıkça bellidir.
1.5--Fizikçi John Wheeler,
genel görelilik ve kuantum alan kuramlarını harmanlayarak
"geometridinamikler" adı altında yeni bir yaklaşım oluşturmuştur.
Bu yaklaşımın boşluk tarifine
göre, boş ve eğik uzay varolan tek gerçekliktir; parçacıklar, yük,
elektromanyatizma ve diğer alanlar sadece uzayın eğiminin yansımalarıdır.
Tüm etkileşimler bu dinamik
geometrinin harekete geçirilmesinden ibarettir. Geometridinamik boşluğun
içinde, elektromanyetik alanlara ek olarak, uzay-zamanın kendi geometrisi de
sıfır noktası dalgalanmalarına tabidir.
Planck uzunluğu olan
10~33cm'e karşılık gelen ölçeklerde uzayın geometrisi tespit edilemez ve birçok
farklı konfigürasyon arasında salınır vaziyettedir. Yani minimal ölçeklerde
uzay Oklidyen değil, çok yönlü olarak birbirine bağlı bir yapıya sahiptir.
Sadece bir eğim kalıbından
diğerine değil, bir mikroskopik topolojiden de diğerine salınır durur.Walther
Nernst 1916 yılında elektromanyetik alanın
boş uzayda ve mutlak sıfır derecesinde bile durmaksızın boşluğu
etkileşim içinde olmayan durağan bir şey olarak değil, madde ile sürekli bir
etkileşim durumunda olan fiziksel bir sistem olarak kabul etmeliyiz. Bu noktada
da etkileşen boşluk kavramına ulaşırız.
1.6- Fiziki maddenin %99. 999
'u boşluktur,yani elektronlar ve çekirdeğin aracında devasa bir boşlukta yer
alır.
Boşluğun etkileşme özelliği,
Paul Dirac'm 1934 yılında yüklü parçacık, yani madde alanlarının "vakum
polarizasyonu"na neden olduğunu keşfetmesinin ardından daha da belirgin
hale gelmiştir.
Bu polarizasyon, boşluğun
madde ile etkileşiminde, maddeye ait küpe, yük, spin ya da açısal momentum gibi
özellikleri değiştirebileceğini gösterir.
Bu da demektir ki maddenin
gözlenir fiziki özellikleri sadece parçacıklar yüzünden değil, onların boşluk
dalgaları ile olan etkileşimleri sebebiyle meydana gelmektedir.
Madde tek başına değil, onu çevreleyen boşlukla beraber kabul
edilmelidir.
1.7-- Prof. William Tillere
göre Tek bir hidrojen atomunda depolanmış olan enerji potansiyeli,
evrenimizdeki tüm enerjinin bir milyar katına eş değerdir.
Eğer boşluğa bağlanabilmeyi
başarırsak muazzam sonuçlar elde
edebiliriz. Boşluğun fiziğini kullanarak yıldızlara gidebiliriz.- Stanford
Üniversitesi Bilim Teknoloji Departmanı
1.8--Einstein ve Otto Stern
1914 yılında, Planck'ın kara cisim ışıması ile ilgili formülünün gerçekten, bir
sıfır noktası enerjisine işaret ettiğini bularak, bu enerjinin aynı zamanda
gazların belirli bazı sıcaklıklarına da katkıda bulunduğunu söylediler.
1.9--Kuantum Alan Kuramı ;Bu
kuram bütün atom altı parçacıkları ve etkileşimlerini, her bir parçacığın
farklı bir alana karşılık gelmesi ile açıklayan, parçacık ve onu çevreleyen
uzay arasındaki klasik zıtlığı ortadan kaldıran bir kuramdır.
Buna göre alan fiziksel bir
varlıktır ve parçacıklar alanların bölgesel yoğunlaşmalarıdır. Einstein'ın da
dediği gibi, "Maddeyi alanın aşırı derecede yoğunlaştığı uzay
bölgelerinden oluşan bir şey olarak algılayabiliriz.
Yeni fizik anlayışında hem
alana hem de maddeye ayrı ayrı yer verilmemiştir. Çünkü bu anlayışta alan tek
gerçekliktir.Yani, alan ve parçacık kavramları aynı gerçekliğin iki farklı
belirişini temsil ederler.
Kuantum alanları sanal
parçacık alışverişleri vasıtasıyla meydana gelir. Sanal parçacıklar gerçek
parçacıklardan (leptonlar ve kuarklar) farklıdır, çünkü sadece kuvvetler
değişimi süresince varolurlar.
Boşlukta bir görünüp bir
kaybolan hayaletlere benzedikleri için onlara hayalet parçacıklar da denir.
1.9.1--Zayıf etkileşimden W
ve Z bozonlar, kuvvetli etki-leşimden de gluonlar sorumludur. Zayıf ve kuvvetli
etkileşim İçin Bilgi Anlamında ; kuvvetli etkileşim atomun çekirdeğini birarada
tutar.
Çekirdek proton ve
nötronlardan, proton ve nötronlar da sevimli kuarklardan meydana gelir.
Kuvvetli etkileşimin asıl bir arada tuttuğu bu kuarklardır.
Kuvvetli etkileşimin taşıyıcı
parçacığına gluon denmesinin nedeni, İngilizce'de "glue" kelimesinin
yapıştırıcı anlamına gelmesinden dolayıdır. Yani gluonlar, kuarkları zamklanmış
gibi birarada tutarlar.
Hele iki kuarkı bir ayırmayı
deneyin, buna en şiddetli biçimde direnecekler, onları birarada tutan gluon da
siz süründürdükçe güçlenecektir.
1.9.2--Zayıf etkileşimler,
obez (iri) kuarkların ve leptonların
(elektronlar lepton familyasmdandır mesela) daha zarif (hafif) kuark ve
leptonlara bozunmasından sorumludurlar.
Temel parçacıklar
ayrıştıkları zaman o parçacığın yok olup yerine iki ya da daha fazla parçacığın
geldiğini görürüz.
Kuantum alan teorisi, hiçbir
parçacığın kendisim saran uzaydan ayrı kabul edilemeyeceğini öngörür. Uzay
tarlanızdan bütün parçacıkları ; ve elektromanyetik ışımayı çıkarın.
Elinizde mutlak sıfır
derecesinde boş bir bölge kalsın. Bu kadar zahmet bunun için mi, derseniz size
boş gibi gelen şeyin gerçekte enerjiyle dolu bir alan olduğunu ve bu hiçliğin
pek marifetli birşey olduğunu söylerim.
Bu boşlukta istemediğiniz
kadar enerji bulunduğu öne sürülüyor. Bununla da kalmayarak kütle, eylemsizlik,
yerçekimi gibi temel sorulara ilginç çözümler sunmanın veya galaksinin bir ucundan diğerine sıfır
zamanda gidebilmenin sırrının boşlukta yattığı iddia ediliyor.
Ayrıca tüm insanlığın bağlı
olduğu enformasyon alanının burada depolandığı ve bu alandan bilgiyi çekebilme
imkanının var olduğu iddia edilmektedir.
1.9.3--Proton ve nötronlar
iki tür kuarktan (yukarı ve aşağı kuark) meydana gelirler: bir proton iki
yukarı bir aşağı kuarktan, bir nötron da iki aşağı bir yukarı kuarktan oluşur.
Parçacık dünyasında üretim
bolluğu yaşandığından, kütleleri değişik dört farklı kuark daha keşfedilmiştir.
Fizikçiler kütlelerdeki bu çeşitliliği, parçacıkların Higg's Alanı ile kuvvetli
ya da zayıf etkileşmesine bağlıyor.
Eğer bir parçacık Higg's
Okyanusunda az ya da hiç etkileşime maruz kalmadan hareket ederse,
karşılaşacağı direnç az demektir.
Bu da parçacığın kütlesinin
çok küçük kalması ya da parçacığın kütlesiz olması anlamına gelir. Örneğin,
fotonlar Higg's Alanından hiçbir engelle karşılaşmadan geçerler, yani
fotonların kütlesi yoktur.
En fazla kütleye sahip bir
tepe-kuark ise elektrondan 350.000 kez daha ağırdır. Yani tepe kuarklar, elektronlarla
karşılaştırıldığında Higg's Alanı ile 350.000 kez daha kuvvetli etkileşirler.
1.9.4—Maddenin temel yapı
taşı olan proton,nötron vs ın yapı taşları kuarklar olup ,gluonlarda kuarkları
birbirine çok kuvvetli ve ayrılmamaya yapıştıran kesin kararlı parçacıklardır.
Deneyler bu parçacıkların çok
enerjik olduklarım göstermiştir ve E=mc2nin önerdiği üzere, enerji kütle olarak
tezahür edebilir.
Bu denklem bize proton ve
nötronların içindeki gluonların, parçacıklann kütlelerine büyük oranda katkıda
bulunduğunu ifade etmektedir.
O halde şunu söyleyebiliriz;
Higg's Okyanusu elektronlar ve kuarklar gibi temel parçacıklara kütle
kazandırır.
Ama bu parçacıklar protonlar,
nötronlar ve atomlar olarak bir araya geldiklerinde, gluonlarla ilgili
faktörler devreye girerek atomun ya da parçacığın kütlesine katkıda bulunurlar.
1.9.5--Büyük Hadron
Çarpıştırcısında karşılaşmayı umdukları Higg's bozonu, parçacık fizikçilerinde
saplantı halini almıştır. Eğer Higg's Alanı bulunmazsa, o zaman fizikçiler şu
an geçerliliğini koruyan otuz yıllık kuramsal yapıyı yeniden gözden geçirmek
zorunda kalacaklar.
Eğer bulunursa simetrinin
gücünü gözler önüne sereceğinden dolayı bu buluş kuramsal fizikte bir devrim
yaratacak.
1.9.6--Aşağı, yukarı, tuhaf,
tepe gibi garip isimlerle adlandırdığımız "ayrılmaz kardeşler" olan
kuarklar gerçek midir? Algıladığımız gerçeklik atom altı seviyede tuzla buz
olur.
Geriye belki de sadece
gerçeklik oluşturmak niyetiyle kullandığımız kalıplar ve bunların birbiri ile
olan ilişkileri kalır. Örneğin, bir fizikçinin gözünden gerçeklik ifadesi simetri ilişkileri ile tanımlanabilir.
Nobel ödüllü fizikçi Steven
Weinberg dünyanın tarifinde yer alan elemanların artık parçacıkları
kapsamadığını, madde denen şeyin fizikteki merkezi önemini yitirdiğini, tek
geçerli olgunun simetrik.prensipler olduğunu ifade etmektedir.
1.10--Heinz Pagels Kozmik Kod
isimli kitabında boşluğu tarif etmeye, John Wheeler 'm tanıdık bir sözü ile
başlar; 'Boş uzay boş değildir.Yukarıda kuantum alanlarının sanal parçacıkların
değiş tokuşu sayesinde iş görmektedir.
Bir de bu parçacıkların
boşlukla olan ilişkileri vardır. Bu ilişki kesinlikle dinamik bir ilişkidir.
Çünkü sanal parçacıklar kendi başlarına var olmazlar; onları boşluğun geçici
belirişleri olarak algılamak daha doğru olur. Boşlukta ' yeteri kadar büyük bir
enerji dalgalanması olduğunda ortaya aniden bir elektron-pozitron çifti
çıkıverir.
Ancak bu parçacıklar uzun
ömürlü olmazlar. Boşluk borç veren sabırsız birine benzer. Verdiği borcu kısa
sürede geri talep eder.,
Bu nedenle boşlukta meydana
gelen bir parçacık ve anti parçacık çifti 10-21 sn gibi kısa sürede
birbirlerini yok ederek enerjiye dönüşür ve yaratılışları için harcanan
enerjiyi boşluğa geri verirler.
Böylece uzayda herhangi bir
noktada sanal var olma durumuna sıçrayan ve daha sonra hemen birbirini yok eden
bir parçacık ve onun anti-parcacığı boşlukta dalgalanmalar meydana getirir
(boşluk dalgalanmaları).
Bunun gibi sonsuz sayıda
parçacık çifti gerçekliğin bir içine girip bir dışına çıkarak yaratılış ve yok
oluşun muhteşem ritmi ile atan canlı bir boşluk meydana gelir.
1.11--Benzer şekilde yakından
bakarsak boşluk da kuantum yaratılışı ve yok edilişiyle dalgalanır. Atomlar
düzeyinde bakarken bile, kuantanın bu vakum (boşluk) dalgalanmaları son derece
küçük fakat gözlemlenebilir durumdadır.
Fiziçiler vakum dalgalanmalarının
gerçekten mevcut olduğunu ve eğer daha da küçük mesafelere bakabilselerdi,
boşluğun tüm kuantanın çalkalanan bir
denizi gibi görüneceğini bilirler.
Var olmuş veya var olabilecek
her şey hali hazırda potansiyel olarak orada, uzayın hiçbir şeyliğindedir.
1.12--273 derecede ve harekete sebep olabilecek bütün, parçacıkların yokluğunda bile dalgalanan bir alandır. Bu alana Sıfır Noktası Alanı adı verildi.
Sıfır Noktası Enerjisi ise
uzayın en boş ve içinde hiçbir tür enerji bulunmayan durumunda sahip olduğu
enerjiydi. Ve bilinen hiçbir gelişmiş fizik formülü bu enerjiden, nasıl
kurtulacağımıza ve ortamı tamamen boşaltacağımıza işaret etmiyordu.
Bu boyutlardaki her madde
artık gelişigüzel bir titreşimle hareket etmektedir ve bu titreşimlerin
sorumlusu boşluktaki dalgalanmalardır.Hiçbir atom altı parçacığın hareketi
tamamen durmaz.
Parçacıklar bu hareketlerini
sürekli olarak etkileştikleri bir enerji denizine borçludurlar. Bu denize Sıfır
Noktası Alanı adı veriliyor.
1.13--Teksas ileri
Araştırmalar Enstitüsü'nden Dr. Hal Puthoff 'â göre; sıfır Noktası Alanları
parçacıkların hareketini teşvik ediyor, buna karşılık evrende mevcut tüm
parçacıkların hareketleri Sıfır Noktası Alanlarını meydana getiriyor.
Bu kozmolojik geri itilim
döngüsü aynı kendi kuyruğunu kovalayan köpeğin hareketi gibi.
1.14-- Lamb tarafından
1940'larda yürütülen bir çalışma sonucu, sıfır noktası dalgalanmalarının,
orbitlerindeki elektronları hafifçe salladığı, bunun da 1000 megahertzlik bir
frekans kaymasına yolaçtığı belirlenmiştir.
Boşlukta bulunan muazzam
enerjinin maddeye denk miktarını John Wheeler, cm3 başına 1094 gr. olarak
tahmin etmiştir ki, bu tüm evrende mevcut olan maddenin toplamından daha
fazladır.
Bu enerji yoğunluğuyla
karşılaştırıldığında, atom çekirdeğindeki enerji neredeyse cüce kalır.Richard
Feynman'a göre ise uzayın lcm3 ünde dünyadaki tüm okyanusları buharlaştırmaya
yetecek kadar enerji saklıdır.
1.16--Sabit hızda hareket,
boşluğun izotropik (her yönde aynı) olan tayfını gözler önüne serecek, ivmeli
hareket ise Boşluğun simetrisinin bozulmasına neden olacak bir termal ışıma
meydana getirecektir.
Davies-Unruh Hipotezi olarak
anılan bu yaklaşım bilim adamlarını
boşlukta ivmeli hareketin sonuçlarını araştırmaya yöneltmiş ve ilginç
sonuçlar elde edilmiştir.
Bu konudaki öncü isimlerden
biri de Austin İleri Araştırmalar Enstitüsü başkanı Dr. Hal Puthoff'dur.İnsan
algısı, maddenin daha temel bir boyutunda, yani atomaltı boyutta
gerçekleşmektedir.
Bizler nesnelerin kendilerini
değil, sadece onlara ait kuantum bilgilerini görür ve bunlardan da dış dünya
imajımızı meydana getiririz.
Kuantum bilgileri de Sıfır
Noktası Alanında kayıtlı olduğuna göre Dış dünya'yı algılamak, kendimizi Sıfır
Noktası Alanına, yani boşluğa ayarlamakla aynı anlama gelir.
1.17--Dr. Hal Puthof,
bilinmeyeni çözmenin sırrının "boşluk mühendisliğinde yattığını iddia
etmektedir. O'na göre boşluk, tüm enerjik parçacıkların ve alan
dalgalanmalarına olduğu kadar uzay zamanın da beşiğidir.
Tüm enerjinin içinden doğduğu
kaynaktır Ve kendisi başlı başına enerjidir. Bu da boşluktan faydalanarak
yakıtsız itiş gücü sağlanabileceği anlamına gelmektedir.
1.18--Simetrinin
prensiplerini de algılayıp değerlendiren araç insan beynidir. İnsan beyni ne
kadar gerçektir? Fiziğin gurusu Richard Feynman,
beynimizdeki atomlardan
hiçbirinin orada sürekli olarak kalmadığına işaret eder ve şunları
söyler;Atomlar beynimin içine geliyor, orada dans edip çekip gidiyor.
Ama sürekli yeni atomlar
gelip aynı dansı yapıyorlar, daha da önemlisi
biri bir öncekinin yaptığı dansı iyi biliyor.
1.19--Boşluk dalgalanmaları
hiçbir sebep olmaksızın parçacık çiftleri yaratıp yok ettiği gibi uzay zamanı
da yaratıp yok edebilmektedir. Bu durum kuantum mekaniklerinde matematiksel
olarak yer alan bir olasılıktır.
Örneğin, daha önce mevcut
olmayan bir uzay kabarcığı aniden ve bir sebep olmaksızın ortaya çıkabilir. Bu
tür bir kabarcığın boyu, genellikle 10 üzeri-33cm ile sınırlıdır.
Boşluk dalgalanmaları bu
kabarcığı ortaya çıkardıkları biçimde yok edebilirler de. Ancak bazen bu ufak
kabarcıklar yok olmaz ve bir balon gibi şişmeye başlarlar.
Şişen bu balon bir evren
büyüklüğüne gelebilir. Bu senaryoya göre bilinen kainatın tümü, tamamen kuantum
yasaları ile uyumlu bir biçimde hiçlikten çıkarak içindeki bütün madde ve
enerjiyi de meydana getirebilir.
1.20--Sıfır Noktasını Ararken
isimli kitabında Nick Cook, havacılık uzmanı Dr. Dan Marcus'un, yeterli
büyüklükte bir burgu alanı oluşturulduğunda, bunu yapan jeneratörün etrafındaki
dört boyutlu uzayın bükülebileceğim ve uzay büküldüğünde zamanın da
bükülebileceğini söylediğini belirtmektedir.
Marcus'a göre bu girdaplardan
bir tanesinin çevremizi saran sıfır noktası enerjisi alanına girmesi halinde,
mucizevi sonuçlar elde edilebilir.Yani burgu alanı adeta bir pompa gibi sıfır
noktası alanına girerek oradaki enerjiyi dışarı çekebilir.
Bu görüşün önündeki tek engel, burgu alanlarının yerçekimi ve
elektromanyetik alanlardır.
Hal Puthoff bu konuyla ilgili
olarak elektronların çekirdek etrafında durmadan dönmek için gerekli olan
enerjiyi boşluk dalgalanmalarından elde ettiğine inanmakta ve bu alanı
istediğimiz gibi etkileyebilirsek, atomların dengesini bozacağımızı ve onlardan
kuvvet elde edebileceğimizi düşünmektedir.
1.21--Erwin Schrödinger,
hayatın kuantum mekaniksel prensiplere göre işlediğini söyleyerek bütün klasik
yaklaşımcıları şaşırtmıştı.
O, klasik yasaların tümünün
istatistiksel olduğunu, bunların milyarlarca atom veya molekül için doğru
olabileceğini, ancak bireysel parçacık seviyesinde geçerli olmadığını
savunuyordu.
2—Kunatum Beyin Araştırmaları
ve Küresel Bilinç Projesi:
2.1--Mexico Üniversitesinden
Jacobo Grlnberg iki deneği, ses ve elektromanyetik ışıma geçirmeyen Faraday
kafeslerine yerleştirerek 20 dakika kadar meditasyon yapmalarını istemiş, sonra
ikisini, de ayrı kafeslere koymuştur.
Deneklerden birinin baş
parmağına değişken aralıklarla kısa, yoğun ancak acı vermeyen elektrik şoku
uygulanmış, bu sırada diğer denekten rahat bir biçimde oturarak arkadaşını
düşünmesi istenmiştir. Her iki deneğin beyin dalgaları kayıtları
incelendiğinde, ortaya birbirine paralel kalıplar çıkmıştır:
2.2--Kişiler ve toplumlar
arasındaki bağlantı yanlızca zihinsel boyuta özgü değildir. Nevada
Üniversitesinden Dean Radin, kontrollü laboratuar şartları altında, bir kişinin
zihninden diğer kişinin bedenine bir
Faraday kafesin içinde telesomatik
etkiler aktarılabileceğini kanıtlamıştır.
Bilincin yerel olmama özelliğine sahip olduğunu ifade
etmektedir. İnsan beyni ise bilincin kendi kendini algılama ve okuma
mekanizmasıdır. Bu mekanizma da beş duyumuz vasıtasıyla iş görür.
Beynimiz hücrelerden meydana
geliyor, hücreler atomlara, atomlar , atomaltı parçacıklara ve belki de süper
sicimlere kadar küçülebiliyor.
Fiziki varlığımızın dokusunda
kazanabildiğimiz en derin çukurun dibinde şimdilik sadece boşluğu
görebiliyoruz.
2.2.1--Russel Targ ve Hal
Puthoff 1970' lerde yaptıklar düşünce ve imge nakli deneyinde, "alıcıyı
tamamen kapalı ve elektrikten yalıtılmış
bir odaya yerleştirmişler ve de
"verici"yi ise bir başka odada düzensiz aralıklarla gönderilen
parlak ışıkların uyarılarına tabi tutmuşlardır.
Alıcının hem de vericinin
beyin dalgalarından elde edilen kalıpları
EEG aletlerine kaydedilmiştir.
Verici ve denekiğin EEG beyin kalıpları beklenildiği gibi benzer
çıkmıştır.
2.2.2--Düşünce ve imge nakli
f menlerine ek olarak bir beyindeki elektriksel faaliyet diğer beyinlerle
senkronize edilebildiği de ispatlardan birisi de italyan fizikçi ve beyin araştırmacısı Nit
Montecucco tarafından gerçekleştirilen bir dizi deneyde derin meditasyon esnasında, beynin sol ve sağ
yarım kürelerinin özdeş dalga kalıpları sergilediği bulunmuş Ayrıca farklı kişilerin
beyinlerinin sol ve sağ yarıküreleri de birbiri ile senkronize olmaktadır.
Montecucco, bir tek meditasyon yapan oniki kişiden onbirinin lEEG
dalgalarının aralarında duyusal temas
gerçekleşmeksizin oranında senkronize olduğunu saptamıştır
2.3--Yaşamın altında yatan
sonsuz deniz Boşluktur. Her şey boşluktan meydana gelir ve boşluğa geri dönen
Bu boşluğun içinde sizi ve düşüncelerini, tüm insanların düşüncelerini veya
edimlerini birbirinden ayıran sınırlar yoktur.
Boşluk aynı bir hologram gibidir.
Ufacık bir parçasında bile bütünün bilgisini barındırır. Var etme gücüne sahip
sonsuz potansiyellik ve saf bilinçliliktir.Belki de bütün düzenin sırrı budur.
Birbirinin tıpatıp aynı
elektronların nasıl dizileceklerini ve neyin atomunu meydana getireceklerini
bilmelerinin sırrı budur. Evrenin Büyük Patlama'dan bu yana bu kadar ince
ayarlı gitmesinin sırrı budur.
Fiziğin kuvvetlerinin,
parçacık etkileşimlerinin, kelebeğin kanadındaki güzelliğin sırrı budur. Boşluk
saf bilinçlilik olduğuna göre her şey bilinçten meydana gelir.
2.4--Kari Pribram ve Ervin
Lazslo'nun başını çektiği bir grup bilim adamı da, kısa ve uzun süreli belleğin
beyinlerimiz yerine boşlukta depolandığını düşünmektedirler.
Bu bilim adamlarına göre
beyin, depolanmış olan bilgiyi çekme ve okuma mekanizmasından başka bir şey
değildir.
2.5-- Araştırmacılara göre,
yaşadığımız, düşündüğümüz, niyet ettiğimiz, hayal ettiğimiz herşey engin ve
"kamu-ya açık" bir depoya elektromanyetik dalgalar halinde
kaydedilmektedir.
Beynimiz uzay zamanda yer
alan diğer şeyler gibi bilgi taşıyan girdaplar yarattığından bu zihinsel
faaliyetler dalga formları biçimimde
boşluğa yayılırlar.
Bu dalgalar diğer beyinler
tarafından yayılan dalgalarla girişim yaparak karmaşık hologramlar meydana
getirirler.
Bu anlamda nesiller boyu
yaşamış insanların tüm zihinsel faaliyetlerinin boşlukta kayıtlı olduğunu
söyleyebiliriz.
Hipnoz ile bu alana giren bir
denek,geçmiş yıllardan gelen kayıtları,olayı yaşayan kişinin ağzından aynen
aktarabilmektedir ve bu durum deneğin geçmiş yaşamına inildiği şeklinde yani
kişinin yeniden bu yaşamda doğduğu şeklinde yorumlanmaktadır.Oysa olayın aslı
geçmiş kayıtlara hipnotik bilinç ile ile ulaşabilme imkanında yatmaktadır.
2.6--Indiana Üniversitesi'nden biyolog Paul
Pietsch, hafızanın beynin hangi bölgesinde korunduğunu anlamak amacıyla
semenderlerle bir deney yapmıştır.
Bu hayvanlara belli davranış
kalıpları öğretildikten sonra hafızalarını yok etmek amacıyla, beyinleri
alınarak et öğütücüsünde parçalanmıştır (aman Tanrım, korku filmi gibi!)
Parçalanmış beyni hayvanlara geri yerleştiren Pietsch, hayvanların öğrenmiş
oldukları davranış kalıbını tekrar ettiklerini görmüştür.
Piesch'e göre bu olay,
hafızanın yerel bir fenomen olmadığı ve semenderlerin, hafızanın asıl kayıtlı
olduğu "yerden" bu bilgiyi geri aldıkları sonucuna varmıştır.
2.7--Manyetik görüntüleme
teknolojisinde devrim yaratan Walter Schempp, kuantum holografisi adını verdiği
teorisinde, nesneler hakkındaki her türden bilginin boşluk dalgalanmaları
vasıtasıyla taşındığını, ve bu bilginin üç boyutlu görüntülere
dönüştürülebileceğini öngörmektedir.
Schempp'e göre boşlukta yer
alanJSıfır Noktası Alanı, engin bir hafıza deposudur. Şekilleri dalgaların
diline çevirmeye yarayan Fourier dönüşümleri sayesinde MRI aletleri, sıfır
noktası alanındaki kayıtlı bilgiyi alıp görüntülere çevirmektedirler.
2.7.1--Kari Pribram insan
beyninin aynı zamanda bir frekans analizcisi gibi islediğini ifade eder.
Beynimiz Sıfır Noktası Alanından gelen sınırsız bilgiyi sınırlayarak alan bir
mekanizmayla donatılmıştır, aksi takdirde hiçbirimiz gelen bilgilerin debisine
dayanamazdık.
Uçsuz bucaksız bir bilgi
okyanusunun içinde, ve o okyanustan da ayrı değiliz. Kafalarımızın içinde
taşıdığımız o gri ve değerli organ, bizleri bu okyanusun suları altında kalıp
boğulmaktan koruyan bir baraj vazifesi icra etmektedir.
Hücre iletişimi de dahil
insan vücudundaki tüm işlemler, kuantum dalgalanmaları tarafından
tetiklenirler.
Ayrıca tüm üst düzey beyin
fonksiyonları ve bilinç de kuantum seviyesinde faaliyet gösterir.
2.7.2--M. Jibu ve K. Yasue
Kuantum Beyin Dinamiklerinin Temelleri adlı eserlerinde hafıza denilen şevin
Sıfır Noktası Alanının ahenkli emisyonundan başka birşey olmadığını söylerler.
Buna göre beynimiz
anılarımızı saklayan bir depo değil, boşluktan sinyalleri alıp işleyen bir
mekanizmadır. Beynin "eski" bilgiyi hatırlaması ile "yeni"
bilgiyi işlemesi dalga girişim kalıplarının holografik aktarımı sayesinde
gerçekleşir.
2.7.3--Fizikçi Ervin Laszlo,
Interconnected Universe adlı kitabında, kısa ve uzun süreli belleğin
beyinlerimizde bulunmak yerine boşlukta depolandığını öne sürmektedir. Yani
beyin yanlızca boşluktan bilgiyi alma ve işleme vazifesi gören bir araçtır.
2.8—Küresel Bilinç
Çalışmaları:
Princeton'lu Profesör Robert
Jahn'a dayanır. Jahn bilinç fenomenini en gelişmiş cihazlar sayesinde incelemek
amacıyla Rastgele Olaylar Üreteçleri (REG) adı verilen bir mekanizmadan
faydalanmıştır.
Bu cihazlar 1 ve 0
rakamlarını bilgisayar teknolojisi kullanarak tamamen rastgele biçimde
gösteren, otomatik bozuk para çevirme makinaları gibi çalışırlar, l'ler ve
Olardan, yani yazı ve turalardan elde edilen kalıplar grafik halinde dökülür.
Olasılık yasalarına göre bu
üreteçler eşit sayılarda 1 ve 0 üretirler, yani düz grafikler meydana
getirirler,
%50-50'lik bu dengede meydana
gelebilecek herhangi bir sapma kendini hafifçe yükselen bir grafik olarak belli
eder ve aletler üzerinde bir etki ya da bilgi akışı olduğunu gösterir.
2.8.1--Profesör Jahn,
1970'lerde insan düşüncesinin bu aletlere etki edip edemeyeceğini merak etmiş
ve yoldan geçen sıradan insanları çevirerek zihinlerini bu üreteçlere
odaklanmalarmı istemiştir.
Jahn bu kişilerin aletlerde
yazıdan çok tura düşürmelerini sağlamayı amaçlamıştır. Sıradan insanlarla
defalarca tekrarlanan deneylerde denekler, zihinlerinin üreteçleri
etkileyebildiğini kanıtlamış, ve grafiklerde dalgalanmalar yaratabilmişlerdir.
Roger Nelson da REG
aletlerini kullanarak toplu bilinç hakkında gözlemler yapmaya karar vermiştir.
Ancak Nelson bu hassas
aletleri etkileyebilen bilincin, gözlemcinin niyetiyle ne kadar ilintili
olduğunu merak etmiş, bunu hem kişilerle hem de gruplarla denemeye başlamıştır.
O günden bu yana belli bir
niyet üzerinde yoğunlaşan kalabalık grupların yarattığı etkiler konusunda
birçok deney yapılmıştır.
Bunlardan birinde barışa ve
huzura konsantre olan binlerce kişinin yardımıyla, deneyin yapıldığı gün
Washington'da suç oranlarının gözle görülür bir biçimde azaldığı saptanmıştır
2.8.2--REG aletleri ile
topluluk çalışmalarında başarı elde eden Dr. Nelson, internet vasıtasıyla
dünyanın her yanından 40 adet Rastgele Olay Üretecini Princeton'daki
laboratuarına bağlamıştır. Bu aletlerden elde edilen milyonlarca veriyi içeren
grafikler, çoğu zaman düz bir çizgi sergilemişlerdir.
2.8.3--Tarihlerin 6 Eylül
1997'yi gösterdiği gün grafiklerin tümü tepeye vurmuş ve bütün bilgisayarlardan
gelen verilerde büyük dalgalanmalar gözlenmiştir.
O gün Prenses Diana'nın
cenaze töreni dünyanın dört bir yanında milyonlarca kişi tarafından
izlenmiştir.
Dr. Nelson, aynı duygusal
duruma konsantre olmuş milyonlarca ve aletlerdeki 50-50'lik dengenin, 100-1'e
döndüğünü gözlemişledir.
2.8.4--ikinci olağandışı
dalgalanma Güney Doğu Asya'daki tsuami felaketinden 24 saat önce kaydedilmeye
başlamıştır. araştırmacılar bu olayı zamanın sadece geriye değil ileriye doğru
da hareket edebileceğini, ve Dünya'da meydana gelebilecek önemli olayların bu yolla
önceden öngörülebileceğini iddia etmektedirler.
Bu zaman için mümkünse insan
Bilinci için de mümkündür. İnsan bilinci boşlukta kayıtlı bilgiye
"bağlanması" halinde belki geleceği de "hatırlama"
becerisine sahip olabilecektir.
2.9—Biyo fotonlar:
2.9.1--Mitojen ışınlar olarak
adlandıran ışınları bulan Gurwitch, izleyen yıllarda biyofotonlar konusunda
araştırmalar yapacak olan birçok bilim adamına da öncülük yapmıştır.
Biyofotonlarm gerçekliği 1974
yılında Alman bilimadamı Fritz Albert Popp tarafından bir kez daha kanıtlanmış,
bu konu o günden bu yana biyofiziğin önemli araştırma sahalarından bir haline
gelmiş ve biyo-foton teorisinin yaratıcısı kabul edilen Popp'a bir Nobel
adaylığı kazandırmıştır.
2.9.2--Biyolojik
sistemlerdeki ultra zayıf foton yayılımı olarak nitelendirebileceğimiz
biyofotonlar, zayıf elektromanyetik dalgalardan, yani ışıktan oluşur. Bitki,
hayvan ve insanların tüm yaşayan hücreleri, çıplak gözle görülemeyen, ancak
özel ekipmanlarla ölçülebilen biyofotonlar yayarlar.
Bu ışık yayılımı yaşayan
organizmanın işlevsel durumunun bir ifadesi olduğu için, organizmanın sağlığını
değerlendirmede biyofotonlarm ölçülmesi önem taşır.
2.9.3--Aynı türden kanserli ve sağlıklı hücreler,
biyofoton yayılımlarındaki tipik farklılıklar nedeniyle birbirlerinden
ayrılmaktadırlar.
Biyofotonları, sıradan ışıkla
elde edilemeyecek girişimleri gerçekleştirebilen biyolojik bir lazer ışını
olarak da düşünebiliriz.
Biyofoton dalgasındaki yüksek
tutarlılık, sadece enerji aktaran tutarsız ışığın aksine, biyofotonların düzen oluşturma ve bilgi aktarımı yeteneğine
de sahip olduğunu göstermektedir.
2.9.4--Biyofotonlar
organizmanın ana iletişim ağı gibi çalışmakta ve tüm yaşamsal süreçleri
düzenleyen temel unsur olarak görev yapmaktadırlar.
Morfogenez, büyüme,ve
yenilenme gibi süreçlerin tutarlı biyofoton alanını düzenleyici faaliyetleri
sonucunda ortaya çıktığı düşünülmektedir.
2.9.5--Kanser araştırmaları,
hastalıkların erken teşhisi, yiyecek ve suyun kalitesini test etmek, kimyasal
ve elektromanyetik kirlenmeyi tespit etmek, hücre iletişimi v biyoteknolojinin
farklı uygulamalarında biyofotonlardaı yararlanılmaktadır.
DNA'nın protein moleküllerine
bu yolla bilgi ulaştırdığı düşünülmektedir.
2.9.6--Deneyler, tutarlı
bilgilerin, biyofotonlar vasıtasıyla aktarımı sayesinde hücreleri ölmüş
kişilerin bile, uzaktan tedavi edilebildiğini ortaya koymaktadır.
2.9.7--Gözle görünür ışıktan
morötesi ışığa kadar uzanan uzun menzilin tümünde Biyofotonların yayıldığı
artık bilinen bir gerçektir.
Foton yayılımının her canlı sistem için, cm2 başına saniyede
birkaç fotondan birkaç yüz fotona kadar değişebildiği gözlenmiştir.
2.9.8--Biyofotonların
sağlıklı ve sağlıksız hücreler arasındaki farkı gösterdiği biliniyor.Fritz
Albert Popp, ışığı en uzun süre depolayabilen hücrenin sağlıklı olduğunu ve
tutarlı bir ışık yaydığını, oysa hastalıklı hücreden kaotik bir ışığın
yayıldığını söylemektedir.
2.9.9--Popp bir hücrenin ölüm
sürecinin, aynı bir yıldızınkine benzediğini de bulmuştur. Ölümünden hemen önce
hücre adeta bir süpernovaya dönmekte, yani yaydığı ışık bin misli artmaktadır.
Mitoz-hücre bölünmesi esnasında biyofoton akışında meydana gelen
artış, büyük miktarda bilginin oluşmasından kaynaklanmaktadır.
2.9.10--Ölüm zamanındaki
biyofoton artışı ise büyük miktardaki bilginin aniden imha edilmesi
sürecidir.Her saniye bunlar entropik bozulma; yenileri ile değiştirilir, enerji
sistemimizde olabilecek tutarsızlık
hastalığa neden olur.
2.9.11--Tehlike anında
ağaçların, aralarında iletişim kurarak birbirlerine sinyal verdikleri
süreçlerin olduğu biliniyor.
Bilim adamları özellikle ev
hayvanlarımızla olmak üzere, diğer hayvanlarla da biyofotonlar vasıtasıyla
iletişim kurduğumuzu düşünüyorlar.
2.9.12--Bedenimizdeki enerji
kanallarından (meridyenler) akan "chi" enerjisi klasik Çin tıbbına
göre, beden faaliyetlerimizi düzenler. Bu enerji organizmanın biyofoton alam
ile tamı tamına bir benzerlik ortaya koymaktadır.
Hint felsefesinde yer alan
"prana" yani hayat enerjisi de, elektromanyetik biyoalanlara benzeyen
bir kuvveti temsil eder.Popp ve Y. Yan tarafmdan kaleme alman Elektromanyetik
İnsan isimli makalede biyofoton alanları ile ilgili olarak şu Özelliklere
değinilmektedir;
a)-Biyofoton alanları tamamen
tutarlı olmaları nedeniyle bütün fizyolojik fonksiyonlarda bağlantılıdırlar.
b)-Biyofotonlar sadece
hücrelerdeki kimyasal tepkimeleri değil, vücutta meydana gelen tüm düzenleyici
faaliyetleri kontrol ederler.
c)-Vücut tüm biyolojik
ritmlerini bu holistik faaliyet sayesinde sergiler.Bu araştırmacılar boşluk
biyofiziği adı verilen yeni bir araştırma sahası oluşturmuşlardır.
d)-Aynı türden kanserli ve sağlıklı hücreler,
biyofoton yayılımlarmdaki tipik farklılıklar nedeniyle birbirlerinden
ayrılmaktadırlar.
e)--Biyofotonları, sıradan
ışıkla elde edüemeyecek girişimleri gerçekleştirebilen biyolojik bir lazer
ışını olarak da düşünebiliriz.
Biyofoton dalgasmdaki yüksek
tutarlılık, sadece enerji aktaran tutarsız ışığın aksine, biyofotonların düzen
oluşturma ve bilgi aktarımı yeteneğine de sahip olduğunu göstermektedir.
f)--Kanser araştırmaları,
hastalıkların erken teşhisi, yiyecek ve suyun kalitesini test etmek, kimyasal
ve eleki romanyetik kirlenmeyi tespit etmek, hücre iletişimi v biyo
teknolojinin farklı uygulamalarında biyofotonlardaı yararlanılmaktadır.
g)--DNA'nın protein
moleküllerine bu yolla bilgi ulaştırdığı düşünülmektedir. Deneyler, tutarlı
bilgilerin, biyofotonlar vasıtasıyla aktarımı sayesinde hücreleri ölmüş
kişilerin bile, uzaktan tedavi edilebildiğini ortaya koymaktadır.
h)--Gözle görünür ışıktan
morötesi ışığa kadar uzanan uzun menzilin tümünde biyofotonların yayıldığı artık bilinen bir gerçektir.
Foton yayılımının her canlı
sistem için, cm2 başına saniyede birkaç fotondan birkaç yüz fotona kadar
değişebildiği gözlenmiştir.Biyofotonlarm sağlıklı ve sağlıksız hücreler
arasındaki farkı gösterdiği biliniyor
k)-- İnsanlarda görülen 40.
000 dejeneratif ve kronik hastalıktan sadece birkaçı vahşi hayvanlarda
görülmektedir. Bunun nedeni vahşi hayvanların enerji sürecini durdurma
yeteneklerine sahip olmamalarıdır.
2.9.13--Sıfır noktası
enerjisi biçimsizdir. Bunu bir okyanusa benzetebiliriz.
Okyanus sonsuz sayıda su
damlalarının biraraya gelmesinden oluşan biçimsiz bir bütünlüktür, içinden bir
damla suyu aldığınızda bu bütünlüğün tüm özelliklerini içinde barındıran
biçimli bir parçaya sahip olursunuz.
insanlar tarafından
etkilenmemiş hayvanların son derece sağlıklı hayatlar yaşamasıdır.
2.9.14--Yaşayan organizmalar
farklı frekanslarda seyreden sayısız ritmik süreçlere sahip olduklarından,
salman alanların dinamik ve karmaşık bir konçertosu gibidirler.
Biyofizikçiler, bu konçertoda
yer alan notaların çeşitliliğine rağmen bestecinin ve yaratıcının temel boşluk
olduğu görüşünde birleşiyorlar.
2.9.15--Tüm latif
enerjilerin bedenlerimizden serbestçe
akması gerektiğini söylenmektedir.
Bizleri çevreleyen enerji
bedenlerinden herhangi birinde bir tıkanıklık olması durumunda enerji daha
yoğun olan fiziki bedene ulaşamayacak ve hastalıklar meydana gelecektir.
Psikolojik durumlarımızın
bedenlerimizi etkilemesinin, örneğin, olumsuz duyguların kendimizi hasta
hissettirmesinin nedeni de budur.
Duygu ve düşüncelerimiz
elektromanyetik enerji formlarıdır ve bedenimizdeki elektromanyetik akışın
düzenine etki edebilirler.
Işık hızının altında hareket
eden enerjilerin kütleçekim etkisi ile birbirlerine çekilerek birbirlerinin
etkilerini değiştirdikleri iddia edilmektedir.
2.9.16----Stanford
Üniversitesi'nden Prof. William Tiller potansiyellerin, boşluğun fiziki olmayan
enerji alanlarını düzenlediğini ve bu
alanların biyofotonlar gibi elektromanyetik alanlar yarattığını söyler.
Elektromanyetik alanlar ise
uzay zamanda gözlemlediğimiz maddi süreçlere etki ederler.
2.10--Beynimiz uzay zamanda
yer alan diğer şeyler gibi bilgi taşıyan girdaplar yarattığından bu zihinsel
faaliyetler dalga formları biçimimde boşluğa yayılırlar.
Bu dalgalar diğer beyinler
tarafından yayılan dalgalarla girişim yaparak karmaşık hologramlar meydana
getirirler.
2.11- En latif enerjik
yapılardan en yoğun maddi yapılara kadar evrende bulunan herşey bir enerji
sürekliliğimin içinde yer alır.
Biyoenerji üzerinde çalışan
araştırmacılar, bedenlerimizin de bu enerji sürekliliği içinde yer alan çeşitli
tabakalardan meydana geldiğini düşünmektedirler (ruhsal, zihinsel, duygusal ve
fiziksel tabakalar).
Enerji, bu tabakaların en
latif olanından başlayarak en yoğun olanına, yani fiziki bedenimize doğru
sürekli bir akış halindedir. Bu enerjinin kaynağı ise boşluktaki sıfır noktası
enerjisidir.
2.12--Takyonlar ışık hızının
çok üstünde hareket ettiklerinden diğer hiçbir enerji biçimi ile etkileşmezler.
Yani düşüncelerimiz vasıtasıyla ne kadar olumsuzluk yaratırsak yaratalım takyon
enerjisini etkileyemeyiz.
2.13--60 yıl önce kuantum
kuramının önde gelen isimlerinden biri olan Erwin Schrödinger, hayatın kuantum
mekaniksel prensiplere göre işlediğini söyleyerek bütün klasik yaklaşımcıları
şaşırtmıştı.
O, klasik yasaların tümünün
istatistiksel olduğunu, bunların milyarlarca atom veya molekül için doğru
olabileceğini, ancak bireysel parçacık seviyesinde geçerli olmadığını
savunuyordu.
3—Evren Modelleri:
3.1--Sir Rees'e göre; evreni
idare eden doğa yasaları sonsuzluğun yasaları değil, sadece onun üzerinde işgal
etmiş olduğumuz bölgenin yani "Hubble köpüğümüzün" yasalarıdır.
Sonsuzluğun farklı
köşelerinde bambaşka yasalar yürürlüktedir.Dünya'da bugün ulaştığımız
teknolojiyi kat kat geçecek gelişmiş medeniyetlerin mevcut olma olasılığı
büyüktür.
3.2--Yaşam ve zeka karbon
bazlı olup, iki el kol, bir de kafaya sahip olan türlerin tekelinde
olmayabilir. Kaldı ki evrenin sadece atomlardan oluşan %4'ü bilgi ve
kavrayışımızın egemenliği altındadır.
Karanlık madde ve karanlık enerjinin karasularında
dolanmamıza rağmen, meselenin tümüne hakim bile değiliz. Yanlızca tutarlı ve
oyun bahçemizde işliyor.
Evren karmaşık bir yerdir ve
gözlemlediğimiz kadar, en azından makro düzeyde hiçbir şey rastgele değildir.
Her olayda ince ayarlar mevcuttur.
3.3--Hepimizin ve tüm yaşamın
temeli olan karbonu ele alalım. Karbon, Büyük Patlama esnasında yaratılmamış,
dev yıldızların iç kısımlarında pişerek, yıldızların patlamasıyla beraber
evrene saçılmıştır.
Karbonu oluşturan süreç çok
hassas bir nükleer tepkimedir. Atomun çekirdeğini bir arada tutan kuvvet biraz
daha zayıf ya da biraz daha kuvvetli olsaydı tepkime doğru düzgün
gerçekleşemeyecek, ve hayat asla oluşmayacaktı. Bunu rastgelelikle
açıklayamazsınız.
3.4--Evrensel sabit çok özel
bir enerji türüdür ama 5. elementin bundan daha farklı olduğu söyleniyor çünkü
evrensel sabitin aksine, ortalama enerji yoğunluğu ve basıncı zaman içinde
azalıyor.
3.5.1—Omega nın l'den az
olması halinde evrendeki mevcut madde genişlemeye direnemeyecek, ve evren
sonsuza dek genişleyecektir (açık evren).
3.5.2-- Omega l'den büyük
olursa, genişleme eninde sonunda duracak ve galaksiler kütleçekiminin gücüyle
tekrar bir araya yaklaşmaya başlayacaklardır. Ama bu defa da kütle çekiminin önüne hiç birşey
geçemeyecek ve kaderimiz Büyük Çöküşü
yaşamak olacaktır (kapalı evren).
3.6--Evren hiçlikten meydana
gelmektedir.Evrenin gözlemleyebildiğimiz kısmında 10 milyon milyon milyon
milyon milyon milyon milyon milyon milyon milyon milyon milyon milyon tane
parçacık var. Bütün bu parçacıklar nereden gelmiş?
Harvard Üniversitesi'nden
Nobel Ödüllü Steven Weinberg ve Moskova'dan B. Zeld'ovich evrenin boşluktan
ortaya çıktığını ve bütün parçacıkların uzayın genişlemesi ile yaratıldığını
söylüyorlar.
Zaten kuantum kuramı da
parçacıkların, parçacık-anti parçacık çiftleri halinde enerjiden
yaratılabileceğini öngörüyor.
3.7--Yani evren varlığının
ilk 1034 saniyesinde, 1050 kat ya da bundan daha fazla genişlemiştir.Bu,
üzerinde noktalar olan bir balonun şişmesine benzer. Balon şiştikçe noktalar
birbirinden uzaklaşır.
Gerçekte noktalar balonun
üzerinde hareket etmiş değildir. Sadece aralarında daha fazla alan
yaratılmıştır. Evrenin genişleme hızı 72 km/sn-3 milyon ışık yılıdır.
Genişleyen, galaksi kümeleri değil, galaksilerin arasındaki boşluktur. Boşluk
genişlemeye devam ettikçe galaksileri de beraberinde taşımaktadır.
3.8--Araştırmalar, evrenin
ilk anlamadaki genişlemenin, evrensel sabite çok benzediğini, yayılmış boşluk
dalgalarının evrende homojen olmayan bölgelere, bu bölgelerin farklı yoğunlaşmalar
oluşturmasına, ve bu farklılıkların da galaksilerin oluşumuna yol açtığını
göstermektedir.
İşin ilginç tarafı Lawrence
Berkeley Laboratuarından Saul Perlmutter ve grubu ile Avustralya Milli
Üniversitesi'nden Brian Schmidt ve grubu tarafından yürütülen çalışmalarda,
evrenin halen bir evrensel sabite sahip olduğu ortaya çıkmıştır.
Evrenin şişme döneminin
sonunda bu sabit sıfıra düşmemiş olup, halen düşük bir seviyede faaliyetini
devam ettirmektedir.
Bu durum boşluğun enerji
yoğunluğuna karşılık gelmektedir ve bilinen hiçbir yöntemle yok edilmesi mümkün
gözükmemektedir.
3.9--Evrenimizdeki toplam
kütlenin sadece %0.5'ini yıldızlar, %4.4
atomlar, %0.1 ile 1 ini nötrinolar, %22'sini karanlık madde ve %73'ünü
karanlık enerji oluşturuyor.
Bu tabloya bakarak,
gözlemlediğimiz, ve bizleri meydana getiren maddenin, evrenin gizemli ve
"karanlık" kısmı yanında ne kadar küçük olduğunu düşünmemek mümkün değildir.
3.10--Gözlemci, "Ben
boşluktan farklıyım .diyor.Ama gözlemcinin kendsi dei boşluk;Gözlemcinin gördüğü bir boşluk yok.Gözlemci ve gözlenen
bir.
3.11--Madde, parçacık
şeklinde uzayda belli bir nokta işgal eden, ya da dalga biçiminde ve yeri
belirgin olmayan bir biçimde var oluyor.
Bize nasıl gözükeceği ise
tamamen zihnimizin yaptığı seçimlere bağlı. Zihin de bu seçimi bilincin
yardımıyla yapıyor.
Bir elektronun dalga veya
parçacık olarak gözlenmesi onu gözleyene bağlı. Gözlemciyi tetikleyen düşünce
ve beklentileri yani zihni.
Zihni tetikleyen mekanizmanın
bilinç olduğunu varsayarsak, bilinci tetikleyen herhangi bir şey var mı, işte o
noktada takılıp kalıyoruz.
3.12-- Topoloji kelimesi
sözlükte, "geometrik şekiller veya üç boyutlu cisimlerin bazı durumlarda
değişmeyen özel-liklerini inceleyen matematik dalı" olarak geçer. Yani bir
tür uzaylar ve yüzeyler bilimidir.
Topolojide amaç, nesneleri
yırtmadan ya da koparmadan eğip bükerek bir başka nesneye dönüştürebilmektir.
Tıpkı bir üçgenin çembere ya da bir çay bardağının çay tabağına dönüşümü gibi.
Gerçekten de çay bardağı ya
da tabağının kauçuktan yapıldığını düşünürsek, cismi yırtmadan, kesip
koparmadan, sadece çekip uzatarak ve eğip bükerek diğer cisme
dönüştürebileceğimizi görürüz.
Topoloji bir matematik
dalıdır ve fizikteki yeni radikal değişimler matematiğe etki ettiği gibi, bunun
tersi de mümkündür.
Bu durumun en belirgin örneği
olarak, kütle çekim gücünü uzay zamanın eğilmesi şeklinde tanımlayan genel
görelilik kuramını gösterebiliriz.
3.13--Evrenimiz gittikçe
artan bir hızla genişlemektedir. Genişleyen şey ise galaksiler arasındaki
boşluktur. Sürekli biçimde genişleyen bir şeyin seyrelmesi de gerekir. Ancak
boşluk adeta kendini klonlamaktadır.
Çünkü galaksiler birbirinden
uzaklaşmasına rağmen aralarındaki boşluğun enerjisinde ve yoğunluğunda hiçbir
değişiklik olmamaktadır.
Bu garip ve anlaşılamaz yapı
fizik alanlarını da etkiler. Einstein "Herşey boşluktan meydana gelmiş ve
boşluğun yoğunlaşmış biçimidir,"
3.14--Evrenin İnce
Ayarı-Evrenin İnce Sabitleri:
Evrendeki ince ayar
konusunun, bütün ayrıntılarıyla ortaya konduğu en başarılı çalışmalardan biri
Cambridge Üniversitesi Kozmoloji ve Astrofizik bölümünde profesör olan Sir
Martin Rees tarafmdan kaleme alman Just Six Numbers isimli kitaptır.
Bu eser, hayatımızı idare
eden altı rakamdan herhangi birinde meydana gelebilecek ufa-cık değişikliklerin
bile evrende yaşamı nasıl darmadağın edeceğini anlatır.
Sir Rees'e göre altı adet
sihirli rakam, bizlerin doğru kombinasyonlu bir ortamda yaşadığımızın en büyük
göstergesidir. Söz konusu sayılar şunlardır;
a)--Omega; omega, evrendeki
galaksiler, yayılmış gazlar ve karanlık madde gibi materyalin miktarını
Ölçer.Evrenin genişleme enerjisi, ve kütle çekiminin izafi önemini belirtir.
Omega değerinin büyük olduğu
bir evrende hayat başlamadan biterdi.
Öte yandan Omega düşük bir
değere sahip olsaydı galaksiler oluşamazdı.Şişen evren modeli omeganın değerini
1 olarak önermektedir.
b)--Epsilon (0. 007); atom
çekirdeğinin birbirine ne kadar sağlam bağlı olduğunu ve Dünya'daki tüm
atomların nasıl oluştuğunu tanımlar. 0.007 ye eşit olan Epsilon değeri Güneş'in
gücünü, ve yıldızların, hidrojeni periyodik tabloda yer alan tüm atomlara nasıl
dönüştürdüğünü kontrol eder.
Yıldızlarda meydana gelen
Kozmosa Açılmak deneylerine göre karbon
ve oksijene sıklıkla, altın ve uranyuma da daha az rastlanır.
Eğer epsilon değeri 0.006 ya
da 0.008 olsaydı bugün hayatta olamazdık.
c)--N (1036); kozmosun bu
kadar engin olmasının sebebi, doğa da
bulunan çok yüksek değerli bir sayıdır. N ile temsil edilen bu sayı, atomu bir
arada tutan elektrik kuvvetlerin
gücünün, atomların arasındaki kütle çekim kuvvetine bölümünü veren bir sayıdır.
Eğer bu sayıdaki sıfırlardan
birkaçı olmasaydı minyatür ve kısa ömürlü bir evren meydana gelebilirdi.
d)--Q (10~5); evrenimizin
dokusu iki temel enerjinin oranını temsil eden bir sayıya dayanır. Q'nun değeri
daha düşük olsaydı evren hareketsiz ve yapışız olacaktı. Eğer Q'nun değeri 10~5
den daha büyük olsaydı, evren dev kara deliklerle dolu vahşi bir yer olacaktı.
e)--Lambda (0. 7); lambda,
diğer adıyla evrensel sabit evrenin genişlemesindeki hızlanmadan sorumludur.
10"120 plank birimi değerine sahip olan lambda ince ayar göstergelerinin
en uç örneğidir.
Antropik ilkeyi savunanlar
120 basamaklı bir sayıdan sözederken tesadüf kelimesini telaffuz etmenin mantık
dışı olacağını söylemektedirler.
Eğer lambda daha büyük bir
değere sahip olsaydı, anti kütle çekimi evrendeki her şeyi birbirinden
uzaklaştıracak ve hayat imkansız olacaktı.
Eğer lambda negatif olsaydı,
evren kendi içine çökecek ve bu da hayatı imkansız kılacaktı.
4-Sıfır Noktası Enerjisi:
4.1--Araştırmacılar yakıtsız
itici güç sağlayabilmek için boşluktan faydalanmaya, ve başta elektrik enerjisi
olmak üzere sıfır noktası alanlarından enerji elde etmeye çalışıyorlar.
Her sahadan daha fazla hayal
gücüne ihtiyaç olan boşluk mühendisliği önümüzdeki yıllarda ortaya bir bedava
enerji" nesli çıkaracak gibi görünüyor.
Bu nesil boşluğu etkili
kullanmayı başarabilirse tüm dünyayı saran elektriksel bir enerji kaynağına, ve
çok sessiz çalışan kara ve hava ulaşım araçlarına sahip olacak.
Bu enerji, kirliliğe neden
olmayacak, güneş panelleri veya rüzgar enerjisine gerek kalmayacak. Enerji
probleminden kurtulmak, daha sağlıklı ve doğal kaynaklarının dengesini
koruyabilen bir dünya yaratacak.
4.2--İnsanoğlu'nun En Büyük
Başarısı isimli 1907 tarihli yayınlanmamış bir yazısında, esiri Akaşa'ya
(evrensel bellek) benzeterek, bir tür kuvvet alam olan bu ortamın, Nikola Tesla
prana (kozmik enerji) ona etki ettiği zaman maddeye dönüştüğünü iddia etmişti.
Etki sona erdiğinde madde yok
olmakta ve Akaşa'ya geri dönmekteydi. Tesla, Einstein tarafından öne sürülen
eğimli uzay fikrinin yetersiz bir açıklama olduğunu düşünüyordu.
Çünkü kendisinin bahsettiği
alan, tüm uzaya yayılmış olduğundan yalnızca kütle çekimi değil, uzayda
gerçekleşen her fenomenin böyle bir alana istinaden açıklanabileceğine
inanıyordu.
4.3--Tesla, 1932 yılında
kaleme aldığı Evrenin Enerjisinin Ölümsüz Kaynağı isimli makalesinde ise,
maddenin sahip olduğu enerjinin onun içinden değil, dışına bulunan
bir ortamdan geldiğinden bahsetmişti. ona göre, "Maddede ortamdan
çektiğinin haricinde enerji var olamazdı Tesla bu yazısnda radyoaktif faaliyeti
bile atomun içinde yüzdüğü esirle ilişkilendirerek, evreni kocaman ve aşılamaz
boyutlarıyla dev bir boşluk tüpüne benzetmişti.
4.4—Hiçlikten enerji sağmanın
yönteminin Tesla nın rakibi ve Amerikan hükümetine yakınlığı ile tanınan Thomas
Edison ve taraftarlarınca günışığına çıkmasının engellendiği ve Tesla'nın bu nedenle öldürüldüğü iddia edilir.
Bedava enerjinin su yüzüne
çıkması, yani sıfır noktası alanından enerji elde edilmesi, petrol ve elektrik
endüstrisinin sonu anlamına gelebilir.
4.5—Sıfır noktası enerjisi
kullanarak anti kütle çekimi yaratan, yani yerden havalanabilen araçlarla
ilgili çalışmalar daha fazla saygı görüyor. NASA'da görevli Dr. Marc Millis,
Sıfır Nokta Enerjisini bir
elektromanyetik fenomen olarak nitelendiriyor ve uzay yolculuğu
araştırmalarında Sıfır Noktası Alanı ve elektro-manyetizmanın etkili
kullanımını hedefleri arasına aldıklarını söylüyor.
4.6--ABD Patent Ofisi ise Dr.
Frank Mead isminde bir bilim adamına sıfır noktası ışımalarını toplanarak
elektrik enerjisine dönüştüren icadından ötürü patent vermiş bulunuyor .
Dr. Mead; elektromanyetik
sıfır noktası enerjisinin, insanların tüm enerji harcamalarını olduğu kadar,
gezegenler arası yolculuk edecek araçların enerjisini de karşılayabileceğine ve
bu enerjiyi henüz tanıyıp kullanmadığımıza inanıyor.
4.7--Uzay mekiklerinin yakıt
problemine bir çözüm bulabilmek amacıyla anti-kütleçekimi üzerinde çalışmalar
yapılıyor ve sıfır noktası enerjisinden itici güç olarak nasıl
faydalanılabileceği tartışılıyor.
1998 yılında Caltech'de yapılan NASA/JPL Beyinfırtması Konferansı'nda yıldızlararası uzay araçlarına itici güç sağlayacak mevcut teknolojiler gözden geçirilmiş ve şu sonuçlara varılmış;
a)-Alfa Centauri'ye gidiş
dönüş için kimyasal bir roketin ihtiyacı olan yakıt taliki evren büyüklüğünde
olmalıdır.
b)-Anti-madde ile çalışan
uzay mekiği boyutlarındaki tek bir aracın dahi tonlarca anti-maddeye gereksinimi
olacaktır. Bu, yapımı milyarlarca yıl alacak on binlerce ton nükleer bombayla eşdeğerdir.
4.8--NASA konuyla ilgili
olarak İtici Güç Buluşu Projesi isimli bir araştırma yürütmekte ve sadece sıfır
noktası enerjisinden faydalanmayı değil, kütle çekimini de yenmeyi
hedeflemektedir.
İngiliz Uzay Havacılığın (BAE
Systems) da aynı konuya ilişkin olarak NASA'yla paralel yürüttüğü projesinin
adı Greenglow dur. Bu proje uzay ve havacılık endüstrisindeki teknolojik
ilerlemeleri destekleyen yeni araştırma sahaları açabilmek amacıyla
başlatılmıştır.
Esas amacı yakıtsız uçuş olan
Greenglow projesi, geleceğin konsept mühendislerini yerçekimsiz havalanabilecek
farklı uçak ve uzay mekiği dizaynları yaratmaya davet etmektedir.
4.9--Kütle çekimine
karşı üretilebilecek çözümlerden birisi
de ; Dr. Eugene Podkletnov'un yürüttüğü
süper iletkenlerin kütleçekimini durdurucu özellikleri ile ilgili araştırmasına
dayanabilir.
Buna göre Dakikada 5000 devirden hızlı döndürülen
süper iletkenler, ağırlık kaybederek
yerden havalanmaktadırlar.
Dr. Podkletnov'a göre çok
hızlı dönen bir cisim, belirli şartlar altında, içinde bulunduğu hacimde
polarizasyona (taneciklerin spinlerinin rastgele olmak yerine bir yönde
yönlenmeleri) neden olacaktır.
Ortamın polarize olması demek
boşluğun dokusunu oluşturan atom altı parçacıkların paralel olması anlamına
gelir.
O zaman bir tür kütle çekim
kuyusu meydana gelir ve bütün nesneler bu kuyuya düşmeye başlarlar.
Cisimi bu durumda
gökyüzünde yükselen bir nesne olarak algılarız.
4.10--Amerikan Hava
Kuvvetleri, sıfır noktası enerjisi tarafından beslenen kozmik ışınlar fikri
üzerinde.de araştırmalar yapmaktadır.
Boşluk tuzağı adı verilen ve
mutlak sıfıra yakın derecelerde soğutulmuş odalarda protonların hızlanması sağlanmaktadır.
Protonların hızlanmasıyla
beraber boşluk dalgalanmalarından enerji elde etmek için gerekli ortamın
yaratıldığı düşünülmektedir.
4.11—Fizikçi Fran De
Aquino,göre nesneler enerji soğurdukları zaman kütle kaybederler. Bizi
çevreleyen boşluktan enerjili çekebildiğimiz an ağırlıktan da kurtulmuş
olacağız.
Bu da yerden havalanma yani
kütle çekimini yenmek anlamına geliyor. Burada en önemli soru boşluktan
enerjiyi nasıl çekeceğimizdir ve bu
konudaki çalışmalar son hız devam etmektedir.
Kaynakça:Hiçlik Denen
Yer-Zeynep Gamat-Meta Basım San.Tic.Ltd.Şti-2008
Not:Yazara ve Yayınevine
bu kaynakça çalışmasından dolayı
teşekkür ederiz.